28,9208$% 0.08
31,4850€% -0.1
36,7790£% 0.63
1.924,02%1,84
3.181,00%2,15
23 Kasım 2022 Çarşamba
Kökü sağlam olmayan ağacın ömrü kısa oluyor.
Ağaç misali, kökü sağlam olduğu halde bunu bilmeyen/ anlamayanlarda da aidiyet duygusu, benlik saygısı gelişmiyor. Kendinde olanı bilmeyen tanımayanlar, onu sevmekten yoksun.
Şimdilerde gençler arasında moda halini alan “kaçıp gitme” isteği…
Ne için, ne uğruna olduğunun pek de idrakinde olmadan.
Buralarda bir şey olmaz ön kabulü/ çaresizlik hissinin zihinlerimize (bir gün patlayacak bir dinamik kadar tehlikeli şekilde) yerleştirmeleriyle haritasız çizdikleri yollar nereye çıkar?
Kaçış kime diye sormadan…
Kendini kaybedenler, kayıplarının farkına varıp aramazlarsa, kendilerinden uzağa düşüyorlar.
Kaybettiğimizi aramakla yükümlüyüz.
Evvel tüketmeye bağımlı hale gelip, tükettikçe mutlu olacağına inanan ve tükettikçe tükenerek geldiğimiz bu noktadan sonrasıdır kaçmak…
Kökünden bi haber olanın gurbeti ise hiç bitmiyor.
Bu, “Kendinde/den olanı unut” ferah yaşatayım vaatlerine kanarak ömür geçirmeye razı olan, ülkemizin aydınlık yarınlarının, umutsuzlukla bulanmış karanlık düşlerinden kurtarmakla yükümlü olanlar başta öğretmenlerdir.
Umut etmek, hayal kurmak, çalışmak için bir şey harcamak gerekmiyor.
Talebe, neye talip? Hayali yoksa et ve kemik. Halbuki “hayal de bir idrak türü” imiş. Hem de lütuf cinsinden.
Her çocuk bir tohum, her genç köklerinden beslenecek bir fidan; anlamadan, duymadan, dokunmadan, emek olmadan yetişmeyen.
Şimdi vakit, “Derya içre olup, bunu bilmeyen mahilere” deryanın sırrının kapılarına yol açma vakti.
Vaktin hayrı ise, bize ve yarınlarımıza umutla bakan, kökümüzle besleyip varlığımızı anlamlandıran, bizi diri tutacak hayaller kurduran (toplumun mimarları) öğretmenlerimizle mümkün olacak.
Yazarın diğer yazıları için BURAYI TIKLAYINIZ
“İNSAN HER ŞEYİ ANLATAMAZ; ZATEN KELİMELER DE HER ŞEYİ ANLATMAYA YETMEZ” diyor savaşın tradejisini, acısını en iyi dile getiren yazarlardan biri olan Cengiz Aytmatov.
Bazı kelimeler aklımıza/ yüreğimize ağır geliyor ve “bahaneler avutmuyor”
SAVAŞ neyi haklı çıkarır?
İktidarların emellerinden başka…
Bu mücadelenin, yurtlarından sürülen ya da bomba sesleri ile kaç nefes daha alacağını bilmeyen çocukların gelecekleri için olduğuna kim inanır!
Savaş bir isim değildir, bir fiil, oluştur, en çok da vazgeçiştir insanlığın vicdanından, umudundan.
Failini “kazansa da kaybettiren”, o failler ki umutları olmayan, bağlarını kesen Yaradan’dan, asıl acınası olanlar…
Sonlu bir canlının sonsuz bir güç arzusundan başka bir ironi değildir Savaş.
Neden olanların gözlerinin içine bakacakları çocuklukları da mı yok?
Zihinlerimizdeki “savaş olasılığını” düşünmeden barışa dair “beklentiye” çevirirken…
“Birileri, birilerine biat etsin” diye bu yaşananlar fazla değil mi?
Bir hayat kaç valiz eder mesela?
Hangi sığınak korur düşleri?
Başkasının kabusu olanlar ruhunu kaybeder,
Çocuklar boyunlarına sarıldıkları babalarını,
Anneler çocuklarının kokularını,
“Toprak, tohum eken evlatlarını”,
Şehirler hafızalarını,
Ülkeler yarınlarını…
“Silmeye” çalışsalar da, kurumuş ağacın yeşilleneceğine inanan babanın inancıyla besleyeceğiz umutlarımızı ya da “kıyamet koparken dikeceğiz elimizde kalan son fidanı”
“Verdiği nimet, vermediği hikmet” olandan ümidimizi kesmeden çalışacağız ve insana yakışırcasına “hayır işlerinde yarışacağız”. Kaybettiğimiz şeyi, bulmanın mutluluğunu yaşayacağımız günler de gelecek…
Neyin sesinin duyulması için, içinin dağlanması gerekirmiş de,
hakikatten uzak olanlar onun sesinden faydalanamazmış…
Biz çoktan yanmışız, anâsır-ı erbaa bunu hissetmiş.
Hava koklamış, su dokunmuş, toprak anlamış, ateş dile gelmiş.
Yanmışız lakin aydınlanamamışız.
Her şeyi çok bildiğimizi sandıkça cehaletimiz artmış.
Anlamadan anlaşılmayı, dinlemeden dinlenmeyi talep etmişiz.
Sağır kulaklarımız, göremeyen gözlerimizle kendimizden uzaklaşmışız.
Bize ışık veren Güneş’e düşman olmuşuz.
Hep “ötekini” suçlamışız… “Benden olanı” ayrı görmüşüz.
Görmemizi istemişler, bölmeyi istemişler.
Halbuki “Bir olmadan diri olunmazmış”
“Bölünürsek yok olurmuşuz”
Asıl ateş içimizdeymiş meğer,
Nefislerimizle tutuşmuş, alevler perde olmuş.
Pişmanlık ve gözyaşı yoksa o ateşi ne söndürürmüş?
Bugün düştüğümüz tarih, insanlığın kendine zulmü diye okunacak!
Okundukça kanayacak.
Sağım cennet, solum cehennem,
Ortası ikisinin arası,
Büyük şamdan altında, yün halı üstünde soluk bir oh’mu,
Zulmün postallarının ezdiği gözyaşlarının ahı mı?
Susarsa hakları elinde olanlar,
Mazlumun ahı yakar kalbimizden fazlasını.
Milleti, dini, dili ne fark eder?
İnsanca yaşamak her çocuğun hakkı.
Yetişkinlerin merhametsiz dünyasında,
Ölen masumlar, ne kadar çoktular.
Korkma çocuk, gideceğin yere onlar varamayacak.
Seni de şehitler gibi melekler, nebiler karşılayacak.
Senin için toprağın altı, üstünden rahatsa,
Bizim şahit olan gözlerimiz sağır, kulaklarımız kör, kalbimiz düğüm,
Bayramımızın rengi kırmızı, tadı acıdır.
“Dedi ki: Sen şairsin, elindeki bu taş ne?
Dedim ki: Şair aşka boyun eğer, zulme değil” A. C. Zarifoğlu.
(Levon Minassian&Armand Amar, DaraNuni eşliğinde)
AYNA
“Kadının değerini, ondaki sırrı ve hikmeti bilen kemale erişir” İbn Arabî
Canlar Özge Değil!
Sevgi ve merhametle kendine yaklaşamayanlar, ne kendine “dost olabiliyordu” ne yaratılana, ne de can taşıyana..
Kendine dost olmayanın, kendinden olana karşı konumlanmasıyla “kuşatılmış zihinleriyle” kompleksleri galebe çalanlar, kendi kuyusunun karanlığında olanlar…Dahası
“Allahın halifeliğinde eşit olan kadın ve erkeğin” Yaradanın karşısında nasıl duracağını bilmekliğini yitirince…
Duyduklarımızla… içimizi acıtan yaşananlarla,
Murakabeden, keşiften uzak, kararmış, görmek ve hissetmek için verilen o kalplerin şükürsüzlüğü, acizliğine tanık olduk.
Çorak vadinin ruhları ..
İnsan olmanın tek bir kere yaradılışta vuku bulan bir olay olmadığı, insan kalabilmenin her an tercihlerle devam ettiği,
Kendimize dair ne varsa yeniden ve yaradılış amacımıza uygun bir varoluşla, balçıktan yaratıldığımızı unutmadan kibirden uzak,
Ruhumuz olduğu için ve bu ruhundan üfleyene şükürle…
Kadını, erkeği, çocuğu… birbirimiz için nimet olduğumuzu,
Canlılar aleminde eşsiz olduğumuzu ve fakat diğerlerinin sahibi olmadığımızı,
Bizden olmayanların bize dayattığı ezberlerle düşünmeyi bırakıp, silkinerek,
Başka kültürlerin doğrularıyla değil, kendi hakikatimize yaklaştığımızda
İDRAK yetecek yolumuzu aydınlatmaya…
Gücün; sevmekten, adaletten, kutlu olmaktan geçtiğini, sahip olunan güç şiddete dönüştüğünde onun adının, nefsini bilmemenin acizliği ve aslından ayrı düşmek olduğunu,
“Gerçek Gücün yükümlülükleri ve sorumluluklarını” bilmekle mümkün olduğunu anlayarak.
Yaradılışta bir eksiklik olmadığını, bütünün parçaları olduğumuzu” görebildiğimizde…
Kadınıyla erkeğiyle her birimizin ayrı bir dünya olduğunu ve neyi temsil ettiğimizi hatırlayarak,
Abi-kardeş, karı-koca, birbirini yoldaşı bilip, “Aşk ve dostluk üzerine halk edilmiş bu kainatta” Nefsani hırslarının tezahürüyle yaradılışımıza yaraşık olmayan hallerden sakınarak.
Birbirimize ve birlikteliğimize çevirdiğimizde yüzümüzü
İnsan olduğumuzda ne eksilik kalacak, ne de erki elde edenin zulmü…
Aşkından ayrılanın aslından ayrılmadığı vakitte, aşkın yakmak değil, yangını göze almak olduğu, sevmenin el kaldırmak değil, el üstünde tutmak olduğu, gerçek sevgininse almak değil, vermek olduğu unutulmazsa, rızasına talip olanlar ve inananlar için en çok da hanımını “gönlünün rızkı” gören Allah’ın kulu ve elçisinin ahlakıyla ahlaklanmak nasip olsun.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.