Son Dakika
Tam 266 kuş türüne ev sahipliği yapan,
Bir doğa harikası,
Balıkesir’in Bandırma ilçesinde yer alan Kuşcenneti Milli Parkı, diğer adıyla Manyas Kuşcenneti…
Adı gibi ülkemizin cennet köşelerinden bir köşe.
Kuşcenneti Milli Parkı, 1 Nisan 1938 tarihinde Curt Kosswig ve eşi Leonore tarafından keşfedilmiş. Kosswing buraya Kuşcenneti adını vermiş.
Kuşcenneti Milli Parkı’nda, milli parkta bulunan canlı türlerinin tanıtım vitrininin yer aldığı bir müze bulunmaktadır.
Müzenin hemen girişinde Curt Kosswig ve eşi Leonore’nin fotoğrafı ile tanıtıcı bilgileri yer almakta.
***
Anadolu’nun saklı güzelliklerinden,
Sarkıt, dikit, sütün, duvar ve perde damlataşları ile bir doğal harikası, Bulak Mağarası diğer adıyla Mencilis Mağarası…
Karabük’ün Bulak Köyünde.
Türkiye’nin keşfedilen en uzun doğal mağaralarından biri…
Bu mağarayı ilk fark eden bir Fransız dağcı, Mencilis. O nedenle mağara uzun süre dağcı Mencilis’in adıyla anılmıştır.
***
Adıyaman Nemrut Dağı,
2.150 metre zirvesinde MÖ 1. yy civarlarında burada hüküm süren Kommagene Krallığı, günümüzde hala gizemini koruyan tarihe tanıklık eden, kireçtaşı bloklarından yapılmış devasa anıtsal heykeller…
Bu gizemli tepedeki heykelleri 1881 yılında Alman mühendis Karl Sester bulmuş.
***
Son yılların “en büyük arkeolojik keşfi.”
Dünyanın bilinen en eski kült yapı topluluğu…
Nereden bahsettiğimi sanırım tahmin ettiniz. Mısır Piramitleri’nden ve İngiltere’deki Stonehenge’den yaklaşık 7 bin 500 yıl önce inşa edilen, nasıl tasarlandığı hala cevap bulamayan tapınak,
Şanlıurfa Göbeklitepe…
***
Bu yazıyı yazmamdaki amacım kuşkusuz güzel ülkemizin bu nadide yerlerini tanıtmak değil.
Peki, nedir amacım?
Sanırım dikkatinizi çekmiştir. Manyas Kuş Cenneti, Safranbolu Bulak Mağarası, Adıyaman Nemrut Dağı ve Şanlıurfa Göbeklitepe hepsinin de ortak özelliğinin yabancılar tarafından bulunup keşfedilmesi…
Komplo teorisi üretmiyorum. Ama sormadan da edemiyorum!
Dağlarımızın tepesinde, mağaralarımızın derinliklerinde bu adamlar ne arıyor/arıyorlar?
Sakın ülkemizi karış karış her tarafını araştıran, inceleyen, didikleyen yabancılara kızdığımı düşünmeyin. Kendimize kızıyorum. Eskiden beşiğin ötesini gurbet, şimdiler ise eşiğin ötesini gurbet sayan zihniyette, anlayışa kızıyorum.
Dizinin dibinde evlat isteyen, uzaklara gitmesin aynı apartmanda kızına yahut oğluna daire tutan,
“Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar. Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler” duygusal şarkılar eşliğinde kızını gelin eden anneler,
Gelin ettiği kızının ardından “Çık Suriye dağlarına bizim ele eleyle,
Gel bahtı karam gel sıladan ayrı yazılalım gel” acıklı türküler…
Yetmedi dramatik gurbet hikâyeleri, “Acı vatan Almanya” falan, Orhan Kemal’in “Gurbet kuşları” Refik Halit Karay’ın “Gurbet Hikâyeleri,” Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Han Duvarları” adlı şiir kitabında ki; “Garibim namıma kerem diyorlar. Aslı’mı el almış haram diyorlar.
….
“On yıl var ayrıyım kına dağı’ndan. Baba ocağından yar kucağından” acıklı şiiri…
Ercisli Emrah’ın;
“Bir yiğit gurbete çıksa, /Gör başına neler gelir.”
“Gurbetten daha derin /Bir yara yok içimde!”
“Gurbet o kadar acı ki, ne varsa içimde,”
“Gönül gurbet ele çıkma, ya gelinir ya gelinmez.”
Bu ve buna benzer duygusal şiirleri, türküleri saymakla bitiremeyiz. Hatta diyebilirim ki gurbet ile ilgili hatırı sayılır bir antolojiye sahibiz. Bazen düşünmeden edemiyorum. Acaba başka toplumlarda bizdeki kadar gurbet türküsü, gurbet şiiri, gurbet ile ilgili hikâyesi, romanı olan var mı?
Sanmıyorum.
Bizdeki evlatlarının önüne gurbet denen, Çin Seddi inşa eden başka bir toplum yoktur.
Olsaydı adamlar denizlerin derinliklerini, uzayın boşluğunu, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarını, Ortadoğu’nun çöl denizini karış karış gezmezlerdi. Malum gurbetlik zor! Biz salya sümük acıklı türküler yakıp, şiirler okurken yabancılar; derelerimizi, tepelerimizi didik didik didikliyorlardı. Hem de Afrika’nın balta girmemiş ormanlarda aslanlara, kaplanlara, timsahlara yem olmalarına rağmen, bazı vahşi kabileler tarafından kebap yapılıp afiyetle mideye indirilmelerine rağmen…
Bir de ömürleri at sırtında, sınır genişleterek geçen, “akınlarda çocuklar gibi şen” akıncı Türk’lerin çocuklarına bakınız!
“Dörtnala gelip Uzak Asya’dan,
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
Bu memleket bizim!” diyerek “At sırtında ok ata ata, / Toprağa kan kata kata,” yurtlar devşiren bahadırların, alperenlerin, “Bu bahar Kızılelma’ya sefer var” diyen padişahların, sultanların torunlarına bakın!
Ne oldu da bize belediye hudutlarının ötesini,
Evimizin eşiğini,
Gurbet sayar olduk.
Ne oldu da bize ufuksuz, yüreksiz bir nesil olduk!
Sahi ne oldu bize?
Ne çabuk unuttuk yüce Allah’ın yeryüzünü bize beşik yaptığını…
Yazarın “KARABÜK’TE EKSİK OLAN” başlıklı yazısı için burayı tıklayınız.
“Karabük’te Bilinmeyenler-1” yazısı için burayı tıklayınız.
“Karabük’te Bilinmeyenler-2” yazısı için burayı tıklayınız
İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI
04 Temmuz 2022 Ekonomi, Genel, Karabük, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, yazar
29 Haziran 2022 Ekonomi, Genel, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, yazar
27 Haziran 2022 Ekonomi, Genel, Karabük, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, yazar
24 Haziran 2022 Ekonomi, Genel, Gündem, Köşe Yazıları, Tüm Manşetler, yazar